Sürdürülebilirlik ve Gayrimenkul Geliştirme İlişkisi

Merhaba, bu yazımda sürdürülebilirlik anlayışının gayrimenkul sektörünü nasıl etkileyeceğini ele alacağım.

Artan dünya nüfusu ve ihtiyaçları, doğal kaynak talebini günden güne artırmış, doğanın "taşıma kapasitesi” sınırına dayanmış ve hatta aşmıştır. Bu durum, ekonomik boyutta kalkınmanın doğal kaynak ihtiyacı ve çevreyle olan bağlantısına dikkatleri çekmiş, kalkınmanın sürdürülebilirliği (1) tartışılmaya başlanmıştır.

Sanayi devrimiyle birlikte, 19. yüzyılın başlarında şehirlerde yaşayan insanlar toplam dünya nüfusunun yüzde 10'unu oluştururken, bugün bu oran yüzde 50'lerin üzerine çıkmıştır. Hızlı ve plansız kentleşme, çevre sorunların kaynağını oluşturmuştur. Bu nedenle şehirler çevre sorunlarının başlangıç noktalarından birisi olarak sayılmaktadır ve sürdürülebilirliğin sağlanmasında kritik öneme sahiptirler. Hızlı ve plansız kentleşme, başta çevre kirliliği olmak üzere, doğal bitki örtüsü ve toprak kaynaklarının bozulması, su kaynakları ve içme suyu azalması, biyoçeşitliliğin tahribi ve ozon tabakasının zarar görmesi, küresel ısınma ve iklim değişikliği, gibi büyük sorunlarla beraber yoğun miktarda atık sorunu da doğurmuştur.

Yapı endüstrisi, bina yapım ve kullanımı açısından doğal kaynakların aşırı tüketiminden çevre kirliliğine kadar uzanan problemlere sebep olmaktadır. Binalar yapım ve kullanım süreçlerinde; dünyadaki tatlı su kaynaklarının yaklaşık yüzde 16'sı, ağaç kaynaklarının yüzde  25'i, malzeme kaynaklarının yüzde 30'u, enerji kaynaklarının yüzde 40'ı tüketilmektedir. Toprak israfının yüzde 40'ı inşaat süreci ve devamında açığa çıkan atıkların depolanması sonucu meydana gelmektedir. Elektrik tüketiminin yüzde 71'i ve toplam katı atığın yüzde 40'ı yapı sektörü kaynaklıdır. Günümüzde yapı sektörü, ekolojik ayak izi (2) artışında diğer sektörlerin önündedir. Küresel ısınmaya neden olan CO 2 salımının yüzde 35'i inşaat kaynaklıdır. Stratosferdeki ozon tabakasında azalmaya neden olan kimyasalların yüzde 50'si bu sektör tarafından üretilmektedir. Bu nedenle nihai enerji tüketimi ve sera gazı salımlarının önemli ölçüde düşürülmesi için binaların inşaatında kaynakların daha verimli kullanılması ve yenilenebilir enerjiye daha çok önem verilmesi şarttır.

Türkiye’de enerjinin yaklaşık yüzde 40’ı binalarda tüketilmektedir. Binalarda tüketilen enerjinin büyük bir kısmı (yaklaşık yüzde 70-80) ısıtma ve soğutma amaçlı, geriye kalan kısmı (yaklaşık yüzde 20-30) ise aydınlatma ve elektrikli cihazlarda kullanılmaktadır. Benzer şekilde, Türkiye’de tüketilen toplam elektriğin yaklaşık yüzde 43’ü binalarda, yüzde 25’i konutlarda kullanılmaktadır ve binalar enerji tüketiminde sanayi sektöründen sonra ikinci sırada yer almaktadır.

İnşaat sektörü açısından sürdürülebilirlik; çevre dostu, daha az enerji tüketen, daha az CO 2 salımı yapan ya da daha az atık üreten binaların tasarımı ve yapımı ile sınırlı değildir. İnşaat sektöründe kullanılan malzemelerin üretiminin de sürdürülebilirlik kriterleri ile uygunluğu önemlidir.

Sürdürülebilirlik ve Gayrimenkul Sektörü ilişkisi, gayrimenkul projelerinin fikir aşamasından başlayarak; projelerin sürdürülebilirlik yaklaşımına uygun olmasının sağlanması, doğal ve enerji kaynaklarını en etkin biçimde kullanılması, disiplinler arası çalışma gerçekleştirilmesini, yer seçiminden tasarıma, çevreye zarar vermeyen/en az zarar veren malzemelerle inşadan, projelerde yaşam başladıktan sonra kaynak ve atık yönetime kadar geniş kapsamda ele alınmasını gerektirmektedir. Detaylarını bir sonraki yazılarımda ele alacağım. Hoşcakalın.

Hülya Uğuz Yedievli
Ekonomist, Gayrimenkul Geliştirme Akademisi Kurucusu
Ekonomist, Gayrimenkul Geliştirme Uzmanı

NOTLAR
(1) 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından yayınlanan, “Ortak Geleceğimiz” olarak adlandırılan rapor (Bruntland Raporu olarak da bilinir), sürdürülebilirliğin günümüzde kullanılan tanımını ortaya koymuştur: Sürdürülebilirlik; doğa ve toplum arasında oluşan her boyuttaki ve her türlü ilişki ve etkileşimin, gelecek nesillerin hakları gözetilerek, ekosistemlerin devamlılığının sağlanması; bu ilişki ve etkileşimleri oluşturan her bir öğeye yaşam desteği verilmesi ve korunması ile geleceğe aktarılabilmesidir.
(2) Ekolojik Ayak İzi: Mevcut teknoloji ve kaynak yönetimi ile bir bireyin, topluluğun yada faaliyetin tükettiği kaynakları üretmek ve yarattığı atığı bertaraf etmek için gereken biyolojik olarak verimli toprak ve su alanıdır. Biyolojik üretken toprak; tarım arazileri, ormanlar ve balıkçılık yatakları gibi alanları içerirken çöller, buzullar ve açık denizleri kapsamı dışında bırakmaktadır.

İşbirliğimiz

15 Yıldır Kadir Has Üniversitesi Yaşam Boyu Eğitim Akademisi ile Sertifika Programları, Eğitimler, Seminerler düzenliyoruz.